Gelecek Kuşaklar, Uzak Gelecek ve Uzun Dönemcilik

Giriş

Karl Marx, kapitalizmin geleceğini bütünüyle anlayabilseydi yazılarının hangi bölümlerini değiştirirdi ve o değişiklikler 20. yüzyılda örgütlenmiş devrimci grupların üzerinde nasıl bir fark yaratmış olurdu? Rus İmparatorluğu, enerji savaşlarının meydana geleceğini ve Kuzey Kutbu’na yakınlığı nedeniyle Alaska’nın stratejik önem kazanacağını 1867’de kestirebilseydi Alaska’yı Amerika Birleşik Devletleri’ne satar mıydı? Güney Kore’de kilisesinin bir etkinliğine giderek koronavirüsü 1.160 kişiye bulaştırdığı ve dolayısıyla kitleselleştirdiği düşünülen Shincheonji tarikatı üyesi 31. Hasta, neden olacaklarını bilseydi yine de kilisesine gider miydi? Kapsamı daha da genişleterek sormalıyım: Geçmişteki eylemlerimizin gelecekteki sonuçlarını önceden bilebilseydik hangi eylemlerimizi nasıl dönüştürürdük?

Sözü edilen sorular, geleceği bilmenin veya doğruya yakın kestirimler yapabilmenin sıra dışı gücünü ortaya koyuyor. Geleceğe ilişkin öyle bir gücümüz olsa ve o gücü kendimiz için kullanabilsek yanlışlarımıza neden olan davranışlarımızı önler, yorumlarımızı dolaşıma sokmadan önce çiğneye çiğneye düşünmenin önemini iyiden iyiye kavrar ve kimliğimizin bir bölümünü yapıbozuma uğratırdık. Böylelikle gelecekteki kendimizin daha iyi, daha doğru ve daha tamamlanmış bir biçimini geçmişteyken üretme olanağımız olurdu. Benzer bir gücü bizden sonra yaşayacak olan gelecek kuşaklar için kullanabilseydik ülküsel dünyalar yaratabilmenin kapıları aralanırdı.

Çağdaş felsefe literatüründe gelecekte yaşayacak olan özne topluluklarına işaret eden gelecek kuşaklar kavramı, başlı başına yeni bir araştırma alanı açtı. Günlük kullanımda gelecek kuşaklar ifadesi her ne kadar bir saniye veya birkaç yıl sonra sonra doğacak insanlara işaret etse de ben ifadeyi düşlemimizi apaçık ve pürüzsüz tutarak uzak gelecek olarak adlandırılan bir dönemde de yaşayacak olan, insan-insan dışı ayrımı yapmaksızın bütün özneleri vurgulamak için kullanıyorum. Uzak geleceğin başlangıcını en az yüz yıl sonraya koyuyorum ve uzak geleceği attığımızda bir daha geri dönmeyecek bir bumeranga benzeterek sonsuzluğa doğru genişleyen bir zaman aralığı olarak kavramsallaştırıyorum. Üzerine nadiren düşünsek de uzak gelecekte de şimdikine benzer yoğun mutluluklar, ani heyecanlar, uçuk tutkular, çetin ceviz hüzünler, kaygılı solmuşluklar, bitmek bilmeyen açıklıklar ve en önemlisi de söz konusu deneyimlerden etkilenen özneler olacak. Biz ise seçtiğimiz her eylemle onların yani gelecek kuşakların varlıklarını ve koşullarını dönüştürüyor olacağız. (Düşlemek bile bir uçarılık hâli!)

Bir süre önce Oxford Üniversitesi’ne bağlı bir grup filozof ve ekonomist, gelecek kuşakların ve uzak geleceğin önemi ile ilgili çalışmaya başlayarak uzun dönemcilik (longtermism) adını verdikleri bir yaklaşımı geliştirmeye başladılar. Uzun dönemciliğe göre eylemlerimizin sonuçları adeta geleceğe gömülü; şu anda aldığımız kararlar, salt yakın geleceği değil uzak geleceği de şekillendirerek karmaşık düzenekleri dönüştürüyor olabilir. Örneğin bir plastik atığı on yıllar, yüz yıllar ve hatta bin yıllar boyu toprağa ve okyanusa öyle veya böyle bir etkide bulunuyor ve ondan kopan parçalar öyle veya böyle canlılar için bambaşka nedensellikler yaratıyor; tek başına bir plastik atığın yanlış bir yere gitmesi uzak gelecekte derin sonuçlar yaratabiliyor. Ya istisnasız her eylemimizi uzak gelecekte derin sonuçlar yaratabilme gizilliğiyle beraber düşünürsek? İşte, uzun dönemcilik de şimdiki eylemlerimizin uzak gelecekte ne gibi sonuçlara yol açacağını kestirmeye çabalamanın birike birike oluşabilecek zararları engellemek ve olası sonuçlar arasından en iyilerini sağlamak açılarından olağanüstü yararlar sağlayabileceğini imliyor.

Hilary Greaves, uzun dönemcilik üzerine ilk konuşmalardan olan “The Case for Longtermism” başlıklı sunumunu yapıyor.

Hangi zaman aralığında yaşarsa yaşasın her öznenin eşit değeri olduğu sayıltısını kabul ederek, yalnızca belirli bir kuşağın üyesi oldukları için kendi kuşaklarını diğer kuşaklardan üstün tutanların kapıldıkları yanılgıya veya gelişigüzel nedenlerle bir kuşağın çıkarlarını diğer kuşakların çıkarlarının önüne koyacak şekilde davrananların neden oldukları davranışa kuşakçılık adını veriyorum. Kuşakçılığı ırkçılık, cinsiyetçilik, türcülük gibi bir ayrımcılık biçimi olarak tanıyorum; onu bir refah hırsızlığı, bir hak yiyiciliği olarak buluyorum. Hiçbir kuşağın üyeleri, salt bir kuşağa bağlı oldukları için bir diğer kuşağın üyelerinden daha az önemli olmamalı; kuşaklararası adalet (intergenerational justice) sorunu da o nedenle bir mücadele alanı olarak yükseliyor. Kuşakçılığın tuzağına düşülmeden gelecek kuşakların önemsenmesi, uzak geleceğin düşünülmesi ve uzun dönemciliğin dikkate alınması geleceğe yanlışsız, zararsız, acısız bir yaşam bırakmak için oldukça değerli.

Yazı boyunca gelecek kuşaklar kavramını uzak gelecekte yaşayacak olan kişiler için kullanacağımı belirtmiştim; ancak değerlendirmelerimin kayda değer bir bölümü yakın gelecekte yaşayacak olan özneler için de geçerli. Yazımın devamında gelecek kuşakların önemsenmesine ilişkin savları ve karşı savları sunduktan sonra derlediğim çeşitli kaynakları paylaşacağım. Değineceğim tartışmalar ufukta olan bir keşfin adeta parça parça, hamle hamle sezildiği bir gerçekliğe karşılık geliyor benim için.

Savlar

Birinci olarak sayı savı. Her şey yolunda giderse gelecek kuşakların nüfusu şimdiki kuşakların nüfusunu nicel düzlemde kat kat aşacak; binlerce yıl, milyonlarca yıl, milyarlarca yıl içinde o kadar büyük bir nüfus oluşmuş olacak ki şimdiki kuşakların eylemleri o nüfusun refahını temelden etkiliyor olacak. Büyük bir nüfusa ulaşılması için nüfus artış hızının artmasına ve hatta nüfusun artmasına bile gerek yok: Söz gelimi 3000-3100 yılları arasında dünyada nüfus artış hızı eksi olabilir ve şimdikinin yalnızca çeyreği kadar özne yaşıyor olabilir; ama şimdiden başlayarak 3100 yılına kadar yaşamış ve ölmüş öznelerin toplamı büyük bir nüfusa karşılık gelecek. Yalnızca şu anda yaşayan öznelerin nüfusu bile üssel düzeyde ve devasa. O hâlde şimdiki kuşaklar, gelecek kuşakların yaşamlarını etkileyen özneler olarak beliriveriyorlar.

İkinci olarak yaralanabilirlik savı. Kimi yetisel olgunluklara erişememiş ve savunmasız kalmış kişilere zarar vermeme ve bazı durumlarda da onları koruma yükümlülüğümüz olduğu varsayımı genelgeçer bir ilkedir; ailesini kaybetmiş bir çocuğu çevresindeki tehditlerden uzaklaştırır, trafik kazasına uğramış biri için ambulans çağırır, aç bir hayvanı besleriz. Gelecek kuşaklar da kendilerini şimdide var edemedikleri için şimdiki kuşakların aldığı politik ve ekonomik kararlara bir paydaş olarak katılamazlar ve kısa vadeli kârların uzun vadeli yararlara öncelendiği bir sosyal dokuda her türlü riske açık olarak bulurlar kendilerini. Örneğin 1990 sonrasında doğanlar, 1945 sonrası dönemde yaşanan parçalayıcı sanayileşmenin neden olduğu iklim krizinden en çok etkilenecek kuşaklardan biri olarak o dönemle ilgili harekete geçme olanağını bulsalardı birçok şeyi değiştirme veya en azından değiştirmeye çabalama gücüne sahip olurlardı. Ancak 1990 sonrasında doğanlar 1990 öncesinde var olamadıkları için söz konusu karar süreçlerine katılamadılar ve anılan dönemin yarattığı zararları yüklenmekten başka çareleri yok. Örnekten yola çıkarak bir kuşağın yaralanabilirliğinin önceki kuşakların işlettiği karar süreçlerine katılamamaktan ve alınabilecek yanlış kararların odağı olma tehlikesinden ileri geldiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla bir insanat bahçesi içinde sergilenen bir köle ne kadar yaralanabilirse, yabancı düşmanı bir toplumda ev kiralamak zorunda olan bir göçmen ne kadar yaralanabilirse ve bir süt fabrikasında başından zincirlenmiş bir inek ne kadar yaralanabilirse gelecek kuşaklar da gıda savaşlarının dayanılmaz kıtlıklar yaratabileceği, nükleer bilgilerin bedenlerde nükleer yaralar oluşturabileceği ve yapay zekânın özneler arasındaki sınıfsal uçurumlara uçurumlar katabileceği bir riskler kümesine maruz kalan özneler olarak o denli yaralanabilir bir konumdalar. Hatta ve hatta, diğer yaralanabilir öznelerin sahip oldukları birtakım cılız fiziksel ve sosyal güçlere bile sahip olmadıklarından en yaralanabilir özneler sınıfında yer alıyorlar: Ne de olsa bir köle isyan edebilir, bir göçmen bir dayanışma grubu aracılığıyla haklarını arayabilir, bir inek zincirini kırmaya çalışabilir ama gelecek kuşaklar gerçekten de hiçbir şey yapamazlar.

Üçüncü olarak demokrasi savı. Her ne kadar hâlihazırdaki biçimiyle ayrıcalıklıların ayrıcalıklarını başka ayrıcalıklar bağışlamaya eğilimli olsa da demokrasinin özünde bir karardan etkilenecek öznelerin o karar sürecine katılımının esas alındığını ifade etmemiz sanıyorum ki yanlış olmaz. Gelecek kuşaklar da şimdiki kuşakların aldıkları politik kararlardan etkileneceklerine göre politik temsil hakkı neden gelecek kuşaklar için de tanınmasın? Parlamentolarda, küresel kurumların karar organlarında, kıtalararası şirketlerin yönetim kurullarında gelecek kuşakların uzmanlarca ve aktivistlerce temsil edilmeleri pekâlâ demokrasiyi derinleştiren ve geliştiren bir hareket alanı sunabilir. Örneğin Birleşik Krallık Parlamentosu’nda bulunan All-Party Parliamentary Group for Future Generations benzer bir işlevi yerine getirmek için çalışıyor.

Karşı Savlar

Birinci olarak olanaksızlık savı. Olanaksızlık savı, gelecek kuşaklarla ilgili olan çalışmaların görgül belirsizliklere takıldığını iddia ediyor; diğer bir deyişle, geleceği kestiremediğimiz veya yeterli kestirimlerde bulunamadığımız için gelecek kuşakların iyiliği için ne yapmaya çalışırsak çalışalım sözü edilen girişimlerin havanda su dövmek olabileceğini anıştırıyor. Sonuçta ipuçlarının zaman geçtikçe öleyazdığı ve kargaşayla bezenmiş bir evrende bin yılları, milyon yılları, milyar yılları nasıl kestirebiliriz? Olanaksızlık savı, uzak gelecekte yaşayacak olan gelecek kuşaklar ile yakın gelecekte yaşayacak olan gelecek kuşaklar arasına bir perde çekerek uzak gelecekte yaşayacak olan gelecek kuşaklar için eyleme geçilmesini savunanları daha da ağır bir şekilde sınıyor; çünkü uzak geleceği kestirmemiz yakın geleceği kestirmemize göre çok daha zor.

İkinci olarak kaynaksızlık savı. Kaynaksızlık savı, kaynak dağıtımı konusuna odaklanıyor; gelecek kuşaklar için ayırdığımız kaynakların şimdiki kuşaklardan -özellikle de şimdiki kuşakların en dezavantajlı gruplarından; aşırı yoksullardan, kalıcı ve yoğun acı çeken hastalardan, güvencesizlerden- esirgediğimiz kaynaklar olacağını belirtiyor. Gelecek kuşaklara ayrılacak kaynaklar aşırı zenginlerden vergiler yoluyla alınsa bile o vergilerin şimdiki kuşakların en dezavantajları grupları yerine henüz doğmamış ama daha sonra doğacak öznelere yani gelecek kuşaklara gitmesi dişe dokunur bir direniş gerekçesi olarak karşımıza çıkabilir. Söz gelimi cebimizdeki kaynaklarla savaştan kaçan insanlara yardım etmek yerine en az bir yüz yıl sonra yaşayacak özneler için birikim yapan bir tasarruf hesabına para koymak ne kadar doğru olur?

Üçüncü olarak anlamsız dağıtım savı. Anlamsız dağıtım savı, belirli durumlarda sabit bir kaynaktan çıkan büyük bir yararın çok sayıda özneye dağıtılmasının az sayıda özneye dağıtılmasıyla karşılaştırıldığında daha kötü (veya daha az iyi) bir seçenek olabileceği iddiasını taşıyor: Söz konusu sav, yığmamacılık (non-aggregationism) ve eklemeci olmayan yığmacılık (anti-additive aggregationism) akımlarınca tutuluyor. Sahip olduğumuz sabit bir kaynağı bir kişinin ölümcül kanserini yenmesini sağlayacak ilaçlara ayırmaktansa bin kişinin baş ağrısını ortadan kaldırmaya yarayacak ilaçlara ayırmanın daha kötü (veya daha az iyi) bir seçenek olduğunu söylemek, anlamsız dağıtım savına katılmak demek. Şimdiki kuşaklar-gelecek kuşaklar çatışmasında da kaynakların çok büyük bir nüfusa sahip olacak gelecek kuşaklara ayrılması, kaynakların çok daha küçük bir nüfusa sahip olan şimdiki kuşaklara ayrılmasıyla karşılaştırıldığında kişi başına oldukça az bir yararın düşmesine neden oluyor. Başka bir ifadeyle, gelecek kuşaklar için kişi başına düşen yarar şimdiki kuşaklar için kişi başına düşen yarardan radikal ölçüde daha az olduğu için toplam yarar kişi başı düzeyde verimsiz, kötü ve yanlış bir biçimde dağıtılmış oluyor.

Ara Sonuç

Gelecek kuşaklar konusundaki savlar ve karşı savlar arapsaçına dönüyor olabilir; ne de olsa değerlendirilmeyi bekleyen onca şey kuramsal ve kılgısal bir trafik sıkışıklığına neden oluyor. Gelgelelim, ben, gelecek kuşakların önemsenmesiyle ilgili savların karşı savlara göre daha güçlü olduğuna inanıyorum; uzun dönemciliğin ortaya çıkışının da bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerektiği görüşündeyim.

Kaynaklar

Gelecek kuşaklar, uzak gelecek ve uzun dönemcilik ile ilgili olan kaynakları bir seçki yaparak paylaşıyorum. Her bir kaynak, üzerine derin derin düşünülmeyi hak ediyor.

Makaleler

The case for strong longtermism

Hilary Greaves ve William MacAskill tarafından yazılan makale, uzun dönemcilik yaklaşımının temellerini atıyor. Uzun dönemciliğin açtığı birçok tartışmayı da içinde barındırıyor. Nüfus etiği, matematik felsefesi ve siyaset bilimine ilgisi olanları cezbedeceğini düşündüğüm bir makale.

Future ethics: risk, care and non-reciprocal responsibility

Christopher Groves, şimdiki kuşaklarla gelecek kuşaklar arasındaki ilişkinin gelecek kuşakların şimdide var olmamaları nedeniyle hiçbir zaman çift taraflı ve dolayısıyla karşılıklı olamayacağı görüşünü serimliyor. Kuşaklararası ilişkinin “özen” kavramı merkezinde nasıl yenilenebileceğini eşeleyen makale, bir dal olarak özen etiğini uygulamaya alması açısından diğer birçok makaleden ayrılıyor.

A Call for a Global Constitutional Convention Focused on Future Generations

Stephen M. Gardiner, gelecek kuşaklara yönelik anayasal konuların masaya yatırılacağı küresel bir kongrenin toplanması çağrısını yapıyor. Anılan küresel kongrenin taşıması gereken özelliklerini sıralayan Gardiner, olası itirazları da değerlendiriyor. Kuşkusuz, önerisi bile heyecan verici.

Future Generations in Democracy: Representation or Consideration?

Gelecek kuşakların politik temsilinin istenmeyen maliyetleri olabileceğini iddia eden Karsten Klint Jensen, gelecek kuşakların politik temsilinin karşısına gelecek kuşakların çıkarlarının politik süreçler içinde hesaba katılması alternatifini koyuyor. Politik temsil ile çıkarların hesaba katılması arasındaki benzerliklerin ve farklılıkların açımlanması ve anlaşılması için iyi bir fırsat.

Kitaplar

Future People: A Moderate Consequentialist Account of Our Obligations to Future Generations

Tim Mulgan’ın kitabının gelecek kuşaklar konusuyla ilgili klasikleşmeye başlayan kitaplardan biri olduğunu düşünüyorum. Kitap sonuççuluk merkezinde ilerleyerek sözleşmecilik ve eşitlikçilik kuramlarını gelecek kuşaklar üzerinden değerlendiriyor ve aynı zamanda kaynak dağılımı, üreme özgürlüğü ve belirsizlik gibi konuları işliyor. Entelektüel zorlanmayı ve akademik derinliği arzulayanlar için birebir.

The Precipice: Existential Risk and the Future of Humanity

Gelecek kuşakları tehdit eden ve varoluş riski (existential risk) olarak adlandırılan sorunlar hakkında Toby Ord’un açıklamalarını ve kestirimlerini içeren kitap gök taşı çarpmalarını, yıldız patlamalarını, salgınları, denetimsiz yapay zekâları, distopik senaryoları ve diğer varoluş risklerini nasıl önleyebileceğimizi irdeliyor. Kitabın basit dilinin varoluş risklerini çarçabuk kavramak isteyenler için bir artı olduğuna inanıyorum.

Institutions For Future Generations

Iñigo González-Ricoy ve Axel Gosseries tarafından hazırlanan kitap, özgül bir konuyu, gelecek kuşakların temsilinin nasıl sağlanabileceğini araştırıyor. Birçok yazardan metinler içeren kitap gelecek kuşakların parlamentolarda, şirketlerde, üniversitelerde ve benzer kurumlarda yasal olarak nasıl var edilebileceğini ve söz konusu durumun bütçe yapımını ve yatırımları nasıl şekillendirmesi gerektiğini irdeliyor. Bir eylem kitabı da denebilir.

Towards the Ethics of a Green Future: The Theory and Practice of Human Rights for Future People

Gelecek kuşaklara haklar çerçevesinin içinden bir konum bulan ve sürdürülebilirliğin incelikleri hakkında da farklı yazılar içeren kitap, Marcus Düwell, Gerhard Bos ve Naomi van Steenbergen tarafından hazırlandı. Yeşil politikaya gelecek kuşaklar bağlamında meraklı olanlara özellikle öneriyorum.

Kuruluşlar

Sonuç

Özne toplulukları olarak kimliklendirebileceğimiz gelecek kuşakların esenliğinin önemsenmesi, son derece ihmal edilen mücadele alanlarından biri. Hiçbir şimdiki kuşak geçmiş kuşakların “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.” (“Laissez-faire, laissez-passer.”) sorumsuzluğunda davranarak kaynakları alelade tüketmesini, taşınması zor yükler oluşturmasını ve zararlı olabilecek teknolojileri denetimsiz bırakmasını istemezdi. Her şeyden öte, anılan durumlar derin hak ihlallerine ve dehşete düşüren risk dayatmalarına neden olurdu. Artık bir bayrak yarışında olduğumuzun ayırdına varmamız gerek: Şimdiki kuşaklar bizler olduğumuza göre, kendilerini korumaktan yoksun olan gelecek kuşakların bayrağını bizler yükseltmeliyiz.